Bir veda şarkısı söylemek...
Arkadaşlarımız vardır, sevgililerimiz vardır, ailemiz vardir. Birde ayrılık vardır. Kabul etmeyi hiç bir zaman istemediğimiz ama kabullenmek zorunda kaldığımız. İşte böyle bir günün arifesindeyiz. Unutmaya çalişmak, unutamamak, acı çekmek, umut etmek, sürekli umut etmek, umudu hiç kaybetmemek. 
Ally mcbeal den bahsedeceğim. Bölümümüzün adı "seeing green". Aly sürekli al green i gormektedir. Sürekli kendisine aşk şarkıları söyleyen bir adam. Bunu psikiyatrina anlatır (Dipnot: psikiyatrlar ilkönce kendilerine yardım etmeli). Kadın bir sürü antidepresanı dayar ally e. ama o birşeyin farkına varıyor. al green yanında iken kendini iyi hissettiğine. Ama ayrılması gerekmektedir. Ve final  
EĞER İSTESEYDİN SANA KALBİMİ VERECEKTİM.

kırılan bir kalbi nasıl tamir edebilirsin?
ı can think of younger days when living for my life 
was everything a man could want to do 
ı could never see tomorrow, 
but ı was never told about the sorrow 

and how can you mend a broken heart? 
how can you stop the rain from falling down? 
how can you stop the sun from shining? 
what makes the world go round? 
how can you mend this broken man? 
how can a loser ever win? 
please help me mend my broken heart and let me live again 

ı can still feel the breeze that rustles through the trees 
and misty memories of days gone by 
we could never see tomorrow, 
no one said a word about the sorrow 

and how can you mend a broken heart? 
how can you stop the rain from falling down? 
how can you stop the sun from shining? 
what makes the world go round? 
how can you mend this broken man? 
how can a loser ever win? 
please help me mend my broken heart and let me live again
ÜÇ KIZ ÜÇÜ DE BİRBİRİNDEN BETER KIZ

Tabya başında üç kız yanyana,
İçlerinden biri pişt dedi bana,
Nur olsun seni doğuran ana,
kız allan pullan gel, gel, gel yanıma,
O beyaz kolların dola boynuma...

Bilenleriniz bilir, böyle bir Ordu türküsü vardır. Bu türküden ne çıkarırız?
Ordu'nun kızları güzeldir.
Evet efendim ordunun kızları gerçekten güzeldir güzel olmasına da, son orduya gidişimde karşılaştığım manzara pek bi fenaydı. Ordu belediyesi epey bi para harcayıp tabya başı mahallesine üç kız heykeli yaptırmış. gerçi üç kız mı, içlerinden biri bi zamanlar erkek miydi, yapanın güzellik anlayışıyla ilgili bir araz mı var pek anlayamadım.
Efendim ben Sanayii nefise mektebi alisi de denilen, zamanın devlet güzel sanatlar akademisi, öğrenciliğimde adı mimar sinan, mezuniyetimde ise mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi adı verilen kurumun mezunuyum. Öğrenciliğim sırasında aldığımız derslerin etkisi ile estetik kaygılara özellikle heykel bölümünde sayın profesör Meriç Hızal'ın verdiği form analizi dersi ile de kadın ve erkek anatomisi bilgisine hakim olduğumu düşünüyorum. Şimdi fotoğrafa lütfen birde siz bakın acaba benim düşündüğüm gibi düşünecek misiniz?
Sanatcısı lütfen alınmasın ama nezaket için alkışlamayı reddediyorum. Ve belediye ricaline diyorum ki, beyler hanımefendiler, yazıktır paranıza. Biraz araştırsanız ehlini bulursunuz.
ALKIŞ DENEN LANET
Alkış bir beğeni göstergesimidir yoksa bir nezaket unsuru mu?
Geçtiğimiz günlerde bir bale gösterisinde bulundum. Normalde bale sevmem. Tayt giymiş erkek görüntüsü benim için son derece sinir bozucudur. Neyseki bu gösteride sadece küçük çocuklar vardı ve ben orada fotoğraf çekmek için bulunuyordum. Gösteri bitti ve bir alkış kıyamet. Ülkemizin sanatsever insanları gösteriyi çok sevmiş olacaklar ki bi gürültüdür kopardılar. Yanlış anlaşılmasın; bale sanatını küçümsediğimden değil ama bu hareketler beni askerde yaptığımız ordu jimnastiği tüfeksiz hareketler serisinde yaptıklarımızı hatırlattı. Meğer biz Lüleburgazın düzünde bale yapıyormuşuz. Haberimiz yoktu ne çare.
Neyse uzatmayayım. O zaman düşündüm ki; "ben alkışlamıyorum ve acaba beni alkışlamadığım için kınayan birileri var mı" bu salında. Yıllaar önce başıma gelmişti, beğenmediğim bir şeyi alkışlamadığım için bir kişi ellerimi tutarak zorla alkışlatmıştı.
Şimdi soruyorum size Alkış bir beğeni göstergesimidir yoksa bir nezaket unsuru mu?
ÖLÜRKEN BİLE BAŞKASINI DÜŞÜNMEK
Bazen özür dilemek geliyor içimden. Üzdüğüm herkesten özür dilemek... Öyle masum görünüyor ki hayat, bazen ondan bile özür dilemek geliyor içimden..
Aklımdan geçen herşeyi yapabilirmişim gibi geliyor bana..
İşte, upuzun, geniş biryol. Kimse karışamaz, yürüyüp giderim diyorum... Yolda mola verip ve istediğim yere oturup, gelip geçeni seyredebilirim... Kimse engelleyemez beni, bunu şimdiden biliyorum... Her taraf ışıklandırılmış, her taraf güvence altına alınmış.
Reklam panoları iyimserlik ve mutluluk dağıtıyor... Vitrindeki kadın baktığı yerden herkesi görüyor, gördüğü herkese eşit ilgi dağıtıyor... Yollarda ne bir ürkütücü hayalet var, ne de yırtıcı bir hayvan... Olsaydı, vitrindeki kadın onlara da aynı ilgiyle bakardı elbet...
Kimse yolda yürürken yanıma gelip canıma kast etmiyor, etrafı seyretmeme engel olmuyor.
Sanki aklıma gelen herşeyi yapabilirim. Sanki alabildiğine özgürüm. Ama bu özgürlüğümü düşündüğüm an, ne olduğunu bilmediğim birşey tutuyor beni yine de. O an garip bir ürperti geçiyor içimden. Etimi delip geçiyor bu ürperti.
Kendime duyduğum o üvey ve yabancı sevgileri bile gölgeleyerek geçiyor bu ürperti. Hayat bu ürpertinin ışığında hemen kendisini affettiriyor.
Özlediğim ve düşündüğüm herkes birden kayboluyor ortadan....
Özgürlüğümün bedeli bu olsa gerek:Hiçbir el uzanmıyor elime... Elim öylece boşlukta; gerçek bir sevgi istiyorum, gerçek bir acı ve gerçek bir ölüm istiyorum. Hiçbiri uzanmıyor elime... Elim öylece boşlukta kalıyor...
İstediğim hiçbir şey olmuyor bu hayatta, ama yaşamaya devam ediyorum. Bana istediğim hiçbir şeyi vermeyen bu özgürlükle başbaşa kalıyorum...
Nedir bu aldanmışlık, bu boşunalık hissi? Düşmanım bile yok sarılacağım..
Sadece boşluk ve ürperti... Ne söylense söylensin kendimden kurtulup hayatın dizlerine
kapanmak istediğim her an, alabildiğine çığlık atmak ve başımı amansızca duvarlara çarpmak istiyorum...
Bu mu katlanabilir olan acı? ortada hiçbir kötü, olumsuz şey yok sandığım anda başımı duvarlara vurma isteği mi özgürlük...
Herşey mümkün sanıyorum, herşey olabilir; kendi kendime telkin veriyorum; aslında abartıyorsun, bak hayat masum, bak insanlar iyi, sandığın gibi düşman değil kimse kimseye; yaşa istediğin gibi diyorum, ama olmuyor.
İçimdeki o büyük gerilim hafiflemiyor, o yüksek basınç azalmıyor..
Bu gerilimi hafifletmek için, bir felaket olsun ve ben herkesin yardımına koşayım istiyorum. Bir savaş olsun ve ben bu savaşta haklı olanlara kendimi siper edeyim, onların yaralarını sarayım, onların yerine öleyim istiyorum...
Hayat öyle kapanmış ki kendisine, beni görsün ve hissetsin diye, başkasının yerine yıllarca hapis yatayım istiyorum...
Gerçek düşmanlarım olsun ve ben onların düşman gözlerine gözlerimi kırpmadan bakabileyim istiyorum.
Gerçeği istiyorum... Gerçeğin sahici kurallarını.
Beni öldürmeden önce sevdiklerimle birkez buluşturup öyle öldürsünler istiyorum.
Teslim etsinler haklarımı. Benim dışımda kimse bana hakketmediğim bir acı vermesin. Düşmansak bile herşey mübah olmasın. Saygı duyulsun düşmanlığa bile. Saygı duyulsun yürekten kopan o kimsesiz gözyaşlarına...
Oysa ortada düşman diye kimse yok. Kiminle hayatın kurallarını konuşabilirim ki... Kimden sorabilirim bu hayatta geçersiz
kılanan haklarımı... Kime şikayet edebilirim vicdanını bu ürpertici boşlukta yitirmiş ve yaptıkları haksızlardan dolayı kendisini incetmeyen, üzmeyen insanları.. Öyle susuz kaldım ki, çok, ama çok büyük bir duyguya, çok büyük bir tutkuya sarılmak istiyorum:Yok... Bağlanacağım bir şey yoksa; yoksa hiç umudum; çektiğim onca acının hesabını kimden soracağı ben:Muhatabı kim onca acımın? Gözyaşlarım boşuna akıyor:Anlamsız mı?
Benimle ilgili gerçek düşüncelerini ben yokken konuşuyor arkadaşlarım ve yakınım saydıklarım... Yüzüme karşı benimle ilgili gerçek düşüncelerini hiçbiri söylemiyor... Yanlarında yokken beni karanlık, balçıktan bir göle atıyorlar... Onları birbirine bağlayan tek şey bu suç ortaklığı, ben yanlarında değilken beni karanlık, balçıktan bir göle atmaları...
Yanlarına geldiğimde bana çürümüş bir acıma duygusuyla bakmaları bu yüzden... Oysa ne zaman yanlarına gelsem bana umut veriyorlar, övücü sözler söyleyip, gururumu okşuyorlar...
Oysa biraz önce beni karanlık ve balçıktan bir göle atan onlardı...Biraz önce mahkum edip karanlık bir göle attıkları birine umut vermeleri ve onun gururunu okşamaları bana bu hayatı hatırlatıyor. Kendi gerçeğini ürpertici bir kayıtsızlıkta yitirmiş olan bu hayatı...
Peki, ben böyle bir anda kimi suçlu bulmalıyım?
Hayatı mı? Yoksa ona gizlenmiş gerçeği mi? Kimi?..
Şimdi yüzüme gülüp, elimi tutan bu insan birbirimizden ayrıldıktan sonra neden hemen beni kurban etmek istiyor?
Benimle konuşan kimdi o zaman? Beni kurban etmek, ıssız ve karanlık bir göle atmak isteyen kim? Hangisi gerçek o zaman? Peki ben ne arıyorum bu insanların yanında? Neden kopamıyorum onlardan? Neden ihtiyaç duyuyorum
onlara? Kurban edilmekten hoşlanıyorum muyum yoksa? Ya benim kurban ettiklerim?...
Biri saçlarımı okşuyor; korkma, geçecek acıların, diyor.
Ilık bir bahar sevinci var sanki elllerinde; kapılmaya hazırım, öyle hasretim ki hayata dair birşeylere bırakmaya kendimi; çünkü
bırakırsam gerçeğe dokunacağıma öyle çok inandırmışım ki kendimi, farketmek istemiyorum boynumdaki keskin bıçağı...
Oysa saçımı okşayıp bana umut veren bu insan, aynı anda elindek bıçakla boynumu kesmeye çalışıyor..
Tıpkı ben yanlarında yokken hakkımda karar verip, beni karanlık bir göle atanlar gibi...
Karşılaştığım; korunmayıp maruz kaldığım herşey yeni bir soru uyandırıyor bende. Ölmekten çok, saçımı okşarken boğazıma bıçağı dayayan insanı anlayamadığım için korkuyorum...
Çünkü boşluk ürkütüyor beni. Gerçeği arıyorum ve boşuna yaşamak istemiyorum. Bu yüzden, saçımı okşarken ve bana umut verirken, boğazıma bıçak dayayan insan, işte en çok bu yüzden beni öldürecekse, sorduğu soruları mutlaka bilmeliyim istiyorum...
Ama beni öldürürken ne anlamak için bir soru soruyor, ne de son kez hissetmek için dokunuyor bana..
Bu yüzden arzu ettikçe, istedikçe, hasret çektikce büyüyen bir yokluğu yaşıyorum... Umut ettikçe büyüyor omuzlarımdaki
karşılıksız yük... Umut ettikçe büyüyor boşluk ve ben bu boşluğun ürpertisini, o sinsi korkusunu içimden atabilmek için başımı duvarlara vurmak istiyorum. Gerçek bir sevgi, gerçek bir el, gerçek bir acı ve gerçek bir ölümü
hissedebilmek için başımı duvarlara vurmak istiyorum...
Kendimi bu denli tanıdığımı sandığım halde,neden ben de herkese uydum öyleyse? Bunca kopmuşken kendimden, neden hâlâ çığlığıma yanıt bekliyorum?
Kimsesiz bir sevgi, lanetli bir aşk değil; neden içimdeki bu sonsuz ürperti ölümü hatırlatıyor bana....
Neden omuzlarımdaki bu korkunç yükü, içimdeki o tahammül edilmez gerilimli basıncı biraz olsun hafifletmek için, arkadaşlarımı, yakınım saydıklarımı kapalı kapıların arkasında benim hakkımda ne konuşuyorlar, diye dinlemek istiyorum...
Dinle istersen; diyorum kendime birkez daha dinle, daya kulağını kapıya, o çok güvendiğin insanlar senin için neler söylüyor, dinle... İstersen kapıyı sonuna kadar aç; göster kendini onlara. Duydum de hakkımda ne konuştuğunuzu; benim için gerçekte neler düşündüğünüzü öğrendim de... Belki o zaman biraz olsun hafifler omuzlarındaki yük... Biraz olsun
diner içindeki o ağır gerilim... Belki birkaç gün mutlu olursun, işte böyle diyorum kendime...
Ama işte o kadar; biliyorum... Sonra içinde başıboş kalmış bir düşmanlık ve sahipsiz bir öfkeyle düşersin kendi boşluğuna...
Hayatı gizlendiği yerde göremediğin için masum sanırsın; hayatı doğru dürüst anlatamadığın için üzdüğünü sandığın insanlardan özür dilersin...
O birtürlü ulaşamadığın gerçek, seninle alay ettiği için onu yoksayarsın...
Aslında bilirsin içten içe neyi özlediğini, bilirsin nereye gideceğini; ama gidemezsin, çünkü kendi boşluğunda sana ait hiçbirşey
kalmamıştır...
Bir an gelir, hayatına son vermek ve gövdeni susturmak istersin... Ama o an anlarsın ki hayatın senin değildir; yıllarca acısına
katlandığın gövden bile sana ait değildir... Karşılığını bulamayan hayatın gövdende aramıştır
sırrını.. Ama hayatı karşılıksız olanın yitiktir zaten gövdesi...
İşte bu yüzden hayatına ve gövdene son verirken bile başkalarını düşünürsün hep... İnsanların ölümünden kadar etkileneceğini, cenazene kimlerin geleceğini...
Öylesine yitirmişsindir ki hayatını ve gövdeni...
Ölürken bile hep başkalarını düşünürsün...
pek bi yakında